Summary Özet Summary
Design Tasarım Design
Architectural Style Mimari Üslup Architectural Style
Construction Technique Yapım Tekniği Construction Technique
ARCHITECTURE MİMARİ ARCHITECTURE

The Pringkipos Orphanage is located in a forested area on a high hill on Büyükada, overlooking the silhouette of the Islands. The wooden building is the largest historical building of its kind in Europe.

The orphanage was initially designed and built (1898-1899) as the “Prinkipo Palace,” a summer hotel and casino, comparable to many buildings throughout Europe. However, since the necessary permissions could not be obtained, it was sold and transformed into an orphanage under the patronage of the Ecumenical Patriarchate.

Born in Istanbul, its architect, Alexandre Vallaury, studied architecture in Paris and applied an eclectic approach in designing elements specific to the eastern and western cultures in his works. Standing out with his intellectual personality, he created significant architectural works in Istanbul, which have survived until today. Additionally, he founded the Department of Architecture at Sanayi-i Nefise Mektebi (a fine arts school) in Istanbul and was its first professor.

The orphanage is of great importance in terms of both architectural and social values. While its design stands out as Europe’s most significant historical wooden structure, it remains central to the local culture, considering its social function and contribution as an orphanage.

Yetimhane binası “Prinkipos”  Büyükada’nın yüksek bir tepesinde ormanlık bir alan içerisinde kitlesi ile Adaların siluetine hâkim bir konumda bulunmaktadır. Ahşap olan bina bu özelliği ve boyutları ile Avrupa’nım en büyük ahşap tarihi binası olma özelliğini taşımaktadır.

Bina 1898-1899 yıllarında özgün olarak, döneminde yapılan Avrupa’da ki benzerleri gibi, yazlık bir otel ve kumarhane  “Prinkipo Palace” olarak tasarlanmış,  fakat gerekli izinler alınamadığından işlevi değiştirilerek Rum Patrikhanesinin sorumluluğunda Yetimhane’ye dönüştürülmüştür.

Mimarı Alexandre Vallaury’dir. İstanbul’da doğmuş, mimarlık eğitimini ise Paris’te almıştır. Eserlerinde doğu ve batı kültürüne özgü öğeleri eklektik bir yaklaşım ile değerlendirerek İstanbul’da günümüze kadar gelen önemli mimari yapıtlar meydana getirmiştir.  Vallaury entelektüel kişiliği ile de öne çıkmaktadır. İstanbul’da Sanayi-i Nefise Mektebi’nin mimarlık bölümünün kurucusu ve ilk mimarlık hocası olmuştur.

Yetimhane binası gerek mimari gerekse toplumsal değerler yönünden büyük önem taşımaktadır. Mimari olarak Avrupa’nın en büyük tarihi ahşap yapısı olma özelliği öne çıkarken, Yetimhane olarak sosyal yaşam içindeki işlevi ile toplumsal hafıza odağı haline getirmektedir.

Büyükada Rum Yetimhanesi ya da özgün tasarımı ile “Prinkipo Palace” tarihi değerinin yanı sıra mimari açıdan, Avrupa’nın en büyük tarihi ahşap yapısı olarak büyük önem taşımaktadır. Binanın yapıldığı dönem itibari ile gerek tasarımındaki işleve yönelik biçimsel oluşumlar gerekse yapımında kullanılan öncü nitelikteki teknik yaklaşımlar göz önüne alındığında, mimarisindeki yalınlığın 20.yy’ın başlamasıyla gelişecek ve iki dünya savaşı arasındaki dönemde işlevselliğe yönelik mimari eserler ortaya çıkaracak akımların ahşap malzeme ile yapılmış öncü bir eseridir diyebiliriz. 

The architectural design consists of a symmetrical layout, with its axis of symmetry based at the main entrance. The difference in size between different sections in the floor plans can also be observed on the exterior and in various parts of the building. While in the centre and on both opposite ends, the building has five floors, including the ground floor; it has four floors in other areas.

The general project was designed with symmetrical corridors developing in two different directions, perpendicular to the central axis of the ground entrance and short vertical passages ending in the service stairs connecting to the other floors at the ends—these corridors open to the outside with a door at the garden level.

This corridor layout, which develops perpendicular to the central entrance axis, is uninterrupted in the northeast wing, where the kitchen and dining room are located on the ground floor. At the same time, it is interrupted by the ballroom located in the symmetrical southwest wing.

One of the building’s most noteworthy rooms is undoubtedly the ballroom. It is located in the continuation of a short corridor that runs perpendicular to the main entrance axis. It has a symmetrical design and is designed to cover the height of the basement and ground floor in cross-section by taking advantage of the land’s natural slope.

The structure’s upper floors consist of rooms on both sides of a corridor extending in the northeast-southwest direction, perpendicular to the entryway and have a similar design. On these floors, the skylight located just above the main hall and starting from the first floor catches the eye. In this way, it is possible to illuminate and ventilate the intermediate spaces normally.

The symmetry seen in the design of the floor plans is also apparent on the frontages. Differences in the exterior were subsequent additions to the building when it was converted to an orphanage. The most prominent of these is the masonry structure, which resembles a square planned tower located on the west wing of the north facade and contains wet volumes.

.

Mimari tasarımı simetrik bir yerleşim planı oluşturmaktadır. Simetri ekseni aynı zamanda ana girişin eksenidir. Kat planlarında farklı bölümler arasındaki boyut farkı, binanın cephe ve kesitlerinde de izlenebilmektedir. Bina orta eksende ve her iki uç eksende, zemin dâhil, beş katlı iken, diğer bölümlerde ise dört katlıdır.

Binanın genel mimarisi, zemindeki girişin orta eksenine dik olarak,  iki farklı yönde gelişen simetrik koridorlar ile bunların sonunda diğer katlara bağlanan servis merdivenlerinde son bulan kısa dikey koridorlar ekseni üzerinde oluşturulmuştur. Bu koridorlar bahçe kotunda birer kapı ile dış mekâna açılmaktadır.

Zemin kat planında, ana giriş aksına dik gelişen bu koridor düzeni, mutfak ve yemek salonunun bulunduğu kuzeydoğu kanadında kesintisiz izlenirken, simetrisindeki güneybatı kanadında yer alan balo salonundan ötürü kesintiye uğramaktadır.

Binanın en ilgi çekici mekânlarında bir tanesi kuşkusuz balo salonudur. Ana giriş aksına dik yönde uzanan kısa bir koridorun devamında yer alır. Simetrik bir tasarıma sahip olup, arazinin doğal eğiminden yararlanılarak kesitte bodrum ve zemin katın yüksekliğini kapsayacak şekilde tasarlanmıştır.

Binanın üst katları girişin orta eksenine dik, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan bir koridorun iki yanında yer alan odalardan oluşurlar ve birbirine benzer bir tasarıma sahiptirler. Bu katlarda, ana salonun hemen üzerinde yer alan ve birinci kattan başlayan ışıklık göze çarpmaktadır. Bu sayede ara mekânların normal olarak aydınlatılmasına ve havalandırılmasına olanak verilmiştir.

Kat planlarının tasarımında görülen simetri, cephelerde de izlenmektedir. Cephelerdeki farklılıklar, yetimhane olarak işlevlendirilen binaya sonradan yapılmış eklentilerdir. Bunlardan en belirgin olanı kuzey cephesinin batı kanadında konumlanan kare planlı bir kuleye benzeyen ve içinde ıslak hacimlerin bulunduğu kâgir yapıdır.

The architectural style is symmetrical and plain and does not contain striking decoration elements on the outside. An eclectic design including Ottoman baroque, neoclassical and neogothic elements was applied during construction, with a functional facade arrangement observed. Here, the cantilever and eaves of traditional wooden structures were used plain and free from ornamental details. On the facade, closed projections that continue on each other were made, influenced by traditional architecture, reinforcing the facades’ mobility by using them in different sizes between the floors. It is seen that all these are formed by paying attention to the holistic symmetry of the facades. In this respect, the building on a hill was designed with the perception of a three-dimensional object that can be seen from the sea and appreciated from a distance.

We also witness the same simple architecture throughout the building’s interior. In the ballroom, supposedly the structure’s most spectacular room, a simple, plain architectural style is visible. Compared to similar projects completed in Istanbul during the same period, a simple and understated decoration understanding prevails. The essential ornamental elements seen are the plain wooden buttresses at the joints of the columns and beams and the motifs made with cast plaster artistry at the junction points. Although the wooden column heads and pedestals and the wooden balcony railings of the lodges carry classical and Art Nouveau styles, the design and contents are rather basic and abstracted compared to other examples in comparable structures of the period. The entrance hall, to which the main staircase is connected, and the dining hall are similar.

.

Mimari üslubu simetrik ve yalındır.  Cephelerde dikkat çekici süsleme unsurları içermez. Aynı dönemde yoğun olarak kullanılmış Osmanlı baroğu, neoklasik, neogotik eklektik yaklaşımlardan arınmış, işleve yönelik bir cephe düzenlemesi gözlemlenmektedir. Burada, geleneksel ahşap yapıların çıkma ve saçak düzenleri, yalın ve süsleme detaylarından arınmış olarak kullanılmışlardır. Cephe tasarımında, geleneksel mimariden etkilenerek yapılmış birbirinin üzerinde devam eden kapalı çıkmalar, gene katlar arasında farklı boyutlarda kullanılarak cephelerdeki hareketliliği pekiştirmektedir. Bütün bunların ise cephelerin kendi içindeki bütünsel simetrisine dikkat edilerek oluştukları görülmektedir. Bu bakımdan bir tepe üzerinde bulunan bina; denizden fark edilen ve uzaktan bakılarak beğenilen üç boyutlu bir obje anlayışı ile tasarlanmıştır.

Aynı yalın mimari anlayışı binanın iç mekânlarında da izleyebilmekteyiz. En gösterişli olması gereken mekânı olan balo salonunda binanın geneline egemen olan sade, yalın bir mimari üslup gözlenmektedir. İstanbul’da aynı dönemlerde yapılmış benzeri ile karşılaştırıldığında, sade ve abartısız bir süsleme anlayışı hâkimdir. Gözlemlenen en önemli süsleme elemanları sütunlar ile kirişlerin birleşim yerlerinde bulunan sade ahşap payandalar ile bunların birleşim noktalarındaki dökme alçı işçilik ile yapılmış motiflerdir. Ahşap sütun başlıkları ve kaideler ile locaların ahşap balkon korkulukları klasik ve art neuveu çizgiler taşısa da döneminin benzer yapılarındaki örneklere göre çizgi ve içerikleri oldukça yalın ve soyutlanmıştır. Ana giriş merdiveninin bağlandığı giriş sofası ile yemek salonu da benzer özelliktedir.

A wooden skeleton construction technique was applied in the edifice’s construction. The structural system consists of vertical, horizontal and diagonal main timber supporting elements of modular dimensions that sit on the masonry foundation and basement walls, with intermediate wooden components between them and supporting them. Wooden-made supporting features are found throughout the building. Exceptionally, as in the main staircase, we see that wrought iron elements are also used, in addition to wood, to increase the strength without increasing the cross-sections at specific points. In the interior, the surfaces of the walls are plastered with lime plaster on laths, while the exterior is covered with wide-width wood veneer boards. There are gaps in the internal wooden walls, so wall sections were left blank, making the structure lighter.

During construction, a prefabricated process was used, which utilized pre-determined standard sizes of timber being assembled on the construction site. This was realized with wood cutting and processing techniques developed during the industrial revolution in the 19th century.

In this context, the wooden frame was used for the construction of such a large complex because the builders considered that modular wooden elements, assembled with prefabricated sections – as compared to masonry – were both lighter in transporting the pieces to the site and was easier to process more quickly during construction. Indeed, the fact that construction took place during such a brief period of almost two years (1898-1899) supports this view.

While built during a period when masonry was widely preferred because of fire safety, the design of “Pringkipo Palace,” like many other wooden buildings erected during the same period on the Prince’s Islands, proved to be decisive in surviving the Istanbul earthquake of 1894, which remained relatively unscathed compared to many of the Islands’ brick buildings.

Yapımında ahşap karkas yapım teknikleri kullanılmıştır.  Taşıyıcı sistemi, kâgir temel ve bodrum duvarları üzerine oturan, modüler boyutlardaki düşey, yatay ve diyagonal ana ahşap taşıyıcılar ile bunların arasında yer alan ve destekleyen ara ahşap elemanlardan oluşmaktadır.  Binanın genelinde taşıyıcı elemanlar ahşaptır. İstisnai olarak ana merdivende olduğu gibi, bazı noktalarda kesitleri büyütmeden mukavemeti artırmak amacı ile ahşapların yanı sıra dövme demir elemanlar da kullanıldığı görülmektedir. İç mekânlarda duvarların yüzeyleri bağdadi çıtalar üzerine kireçli sıva ile sıvalıdır, dış cepheler ise geniş enli ahşap kaplama tahtaları ile kaplanmıştır. Ahşap duvarların iç kısımlarımda boşluklar bulunmaktadır, böylece duvar kesitleri boş bırakılarak yapının hafifletilmesi sağlanmıştır.

Binanın yapımında, 19.yy’da sanayi devrimi ile gelişen ağaç biçme ve işleme teknikleri ile beraber ahşapların önceden belirlenen standart boyutlarda hazırlanarak yapım yerinde birleştirilmeleri ile oluşan, bir tür ön yapım/prefabrik yapım süreci gözlemlenmektedir.

Bu bağlamda ahşap karkas yapım sisteminin böylesine büyük boyutlarda bir binanın yapımında tercih edilmesinin; ön yapım tekniği ile hazırlan modüler ahşap elemanların, kâgir elemanlar ile karşılaştırıldığında, gerek nakliye sürecinde daha hafif olmaları, gerekse de yapım sürecinde hızlı işlenebilmelerinden dolayı olduğu düşünülebilir.  Nitekim yapımının (1898-1899) neredeyse iki sene gibi çok kısa bir sürede gerçekleşmiş olması bu görüşü desteklemektedir.

Yangın tehlikesine karşı kâgir yapıların tercih edildiği bir dönemde ahşap karkas sisteminin tercih edilmesinin olası nedenleri arasında, 1894 yılında ki İstanbul depreminde Adalarındaki ahşap yapıların kâgirlere kıyasla daha az hasar görmüş olması, aynı dönemde yapılan pek çok ahşap bina gibi “Prinkipo Palas’ın” yapımında da belirleyici ölçüt oluşturduğu düşünülmektedir.

Owner:
Language:
Source:
Content Type:
Media Type: